Geçen hafta “ gelenek değerlerini” aşırı ya da noksan yorumlamanın etkilerini ve kasaba kültürünün bundan nasıl beslendiğini anlatmaya çalıştım. Bu  yazıda  kasaba kültürünün sığındığı bir başka anlayıştan söz edeceğim : Babaya sığınma  konforu.

Yıllar önce Radikal Gazetesi’nde yazan Aziz Nesin, “Düşünmemiz gerekir” diyordu. “En az  yaptığımız, yapmasını en az bildiğimiz şey: Düşünme!” diye ekliyordu. Ünlü mizah yazarımız, “ Düşünmek, niçinin ve niçinlerin yanıtını araştırmaktır. Bulmak demiyorum; araştırmaktır, diyorum.Kolay iş sanılmasın düşünmek, belki de dünyanın en zor işi, belki de değil…Bizler salt bugün için değil, kuşaklar boyu düşünmeye alışmamış, alıştırılmamışız…” diye yazısını sürdürüyordu.

Yaşamımızı  bağlantıların artması, iletişim-etkileşimleri yoğunlaşması, karmaşaya doğru  hızla ilerleyiş belirliyor. Yeni dünyada  var olmamız ve varlığımızı korumamızın gerek şartı “karmaşayı kavramaya dönüştürerek değişim ve dönüşümlere uyum  sağlama”.  

Hep birlikte uyum sürecini yavaşlatan engellere karşı topyekün bir mücadele gerekiyor. Mücadele alanlarından biri de  “babaya  sığınma konforu”. Babaya sığınma kültürünü yaratan etkenleri sorgulamadan  bir kutba, bir imama, şeyhe, hoca efendiye, ağaya ya da başka bir şeye sığınma tuzaklarını kıramayız; aklımızı emanet etmenin engellerini aşamayız…Aklımızı gönüllü tutsak edince, ürettiğimiz renksiz, kalitesiz ve yetersiz kalıyor…

Çok farklı sığınmalar var

On yıl önce Hürriyet’de  Çinar Oskay’ın  Bülent Somay’la yaptığı  söyleşide, “Doğu babanın alaşağı edilemediği bir kültür. Ondokuzuncu yüzyılda padişah baba otoritesini  kaybediyor. Jale Parla ‘Babalar ve Oğullar’  kitabında çok güzel anlatıyor: Babasızlık kültürü… Genç Osmanlı’lar ve Jöntürk’ler babasını kaybetmiş bir kuşaktır. Sonra  yeni baba bulunuyor: Atatürk. Adını zaten  ‘Türk babası’ koyuyor. Atatürk’ü kaybediyor; mateme  giriyoruz. İnönü, Bayar, Menderes  olamıyor. Cemal Gürsel bile  ‘Cemal Aga’ oluyor. Süleyman Demirel  öyle bir oyun oynuyor ki… Tamamen Mustafa  Kemal gibi değil. Biraz  komikçe…Ama  baba oluyor. İhtiyaç var çünkü. Turgut Özal  şortuyla falan olsa olsa arkadaşlarımızla pek tanışmak istemediğiniz bir amca figürü olabilir. Ve Erdoğan, abi pozuyla geliyor: ‘Ben sizin Kasımpaşalı abinizim, delikanlı adamım…” saptaması yapılıyordu.

Dünyanın değişik yerlerinde  farklı sığınmalar var : Güçlerini artıran ülkeler  ihtiyacı olan ülkelere değişik kanallardan borç vererek onları bağımlı hale getirmenin yollarını arıyor ve buluyor. ABD’de sistem, gelişmekte olan ülkeleri de  kendi yurttaşlarını alabildiğine  borçlandırarak sisteme bağımlılığını pekiştiriyor.”Kıt menfaat toplumlarında”  varlıksız kesimler, varlıklı azınlıklara  bağımlı hale getirilerek  kontrol altında tutuluyor. Yarı legal-yarı formel iş yapılan ülkelerde yurttaşın  devletle olan ilişkilerinde  yaratılan “açıklar” bağımlılıkları  iyice artırıyor…Devletle olan ilişkilerde yasalara eksiksiz uyanın yitirmesi, uymayanın kazançlı çıkması  yurttaşı  yasa dışı uygulamalara itiyor; güçlü birine sığınma  ihtiyacı  nepotizmi katlanarak büyütüyor.ii

Yurttaşları  bağımlı  kılmanın bir başka yolu da  “kaos yaratma”: Bazı toplumlarda kaos ortamı yaratılıp belirsizler artırılarak, “Denize düşen yılana sarılır” özdeyişinde olduğu gibi, geleceği öngöremeyen insanların bir lidere, gruba  sığınmasını sağlama da  “baba kültürünün” bir başka uygulama biçimi…
Devletin fotografını çekebiliyorsak

Baba kültürünün  uç örneklerinden biri de “devletin fotoğrafını” çekebilme.  Eğer devlet  fotoğrafı çekilebilen bir kişiye, bir gruba dönüştürülürse toplumun borçlu, zayıf ve korumaya muhtaç kesimlerinin sığınma alanı haline geliiyor. Devlet eşiksizlik ve adaletsizlik karşısında güçsüz olanların önünü açarak kendini hissettiren, ama fotoğrafı çekilemeyen bir  kurum olarak kalırsa yarattığı güven girişimciliğe  dönüşüyor.Sürdürülebilir  gelişme yaratmak için  bireylerin kendi aralarında ve üst örgüt olan devletle ilişkilerinde  bağımlılıkların azaltılması, bireysel kapasiteler kadar toplumsal çabaların niteliğini de artırmanın yollarından biri.

Babaya sığınma konforu, İlhan Tekeli’nin  belirttiği gibi “Birey düzeyinde kapasiteler, vaziyet alışlar, umutlar hızlı bir biçimde kendinden bekleneni gerçekleştirse bile bunun bir toplumsal güce dönüştürülmesini engelliyor. Bireyler bir araya gelip  toplum için karar üretemiyor; sistemin toplu  performansı düşük kalıyor. Toplu tüketimin yapılamadığı, bireylerin özel tüketim alanlarına hapsedildiği; bir araya gelip birşeylerin yapılamadığı; sivil toplum inisiyatiflerinin kendi imkanlarıyla  projelerini hayata taşıyamadığı bir verimsizlik ve israf ortamı oluşuyor…”

Küçük olsun.benim olsun diyorsak…Büyük ölçeğin erişebilirliği ile küçük ve ortak ölçeğin hız ve esnekliğini koordine ederek kürsesel markalar yaratamıyorsak…Bizde ortak çalışma olmayacağı algısını sorgulamadan, babaya sığınma konforunu aşmadan çağdaş bir toplumu yaratamıyız.

Toplum için üreteceksek, kasaba kültürü bileşeni  olan  “babaya sığınma konforunu” terketmeliyiz!