Kovid 19 salgını ile mücadelede bir buçuk yıl geride kaldı.

Tüm dünyayı etkileyen ‘ölümcül’ ve ‘yayılma hızı çok yüksek olan’ salgını önlemek için en etkin yöntem olan ‘aşının geliştirilmesi’ ise umut veren önemli bir adım oldu.
Ancak bu kez de farklı bir ‘direnç’ ortaya çıktı.
Tahmin edileceği gibi “aşı karşıtlığından” söz ediyorum.
Pandemi sürecinde aşı karşıtlığı, sosyal medyanın da desteğiyle geniş kitleler tarafından kabul gören adeta yeni bir akım haline geldi denilebilir. 
Aşı karşıtları sosyal medyayı çok etkili kullanıyor, kitleler üzerinde yönlendirici olabiliyor.
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyanın etkisinde kalarak aşı olmadığı için çok genç yaşta kovid nedeniyle yaşamını kaybeden kızının ardından konuşan acılı baba “Sosyal medyanın yalanlarına kanmayın, aşı olun” çağrısı yaptı.
Zaman zaman sosyal medyadaki ‘akıl dışı’ paylaşımları görünce gerçekten de dehşete kapılmamak elde değil.

Yakın zamana kadar aşı karşıtlığı, aşı hizmeti sunulmasına karşın çocuğu adına aşıya onay vermeyen kişiler için kullanılırdı.
Pandemi koşullarında ise çok boyutlu, keskin tepkilerin ortaya çıktığı, karmaşık bir sorun haline geldi.
Bu çerçevede Covid 19 aşıları hakkındaki tıbbi, ahlaki, dini, hukuki tartışmalar çeşitli ortamlarda yoğun bir şekilde devam ediyor.
Oysa ki, aşıyla önlenebilir olmasına karşın aşı karşıtları nedeniyle hızlı bir şekilde yayılan salgınlar ve ölümler ciddi bir tehdit oluşturmaya devam ediyor.
Bazı ülkelerde “vücut dokunulmazlığı” veya “sivil haklar” üzerinden yürütülen aşı karşıtlığı Türkiye’de ağırlıklı olarak aşının içeriğine duyulan “güvensizlik” ve “soyunuzu kurutucaklar” söylemi ile yürütülüyor. 
Aşı olmak yerine “çözümü Allah’a havale edenlerin” sayısı da hiç az değil.
“Bana bir şey olmaz” diyerek aşıdan kaçınan çok genç yaşta yaşamını yitirenlerin sayısı artıyor.
Yoğun bakımdaki hastaların çok büyük oranda aşısız olduğu yetkililer tarafından açıklanıyor.
Aşı yoluyla ‘çip takılarak’ izleneceğini iddia eden, saçma komplo teorilerine itibar edenler de hala varlığını sürdürüyor.  

Diğer yandan “Salgın ortaya çıktıktan sonra aşı neden bu kadar çabuk geliştirildi” sorusu da gündemde tutuluyor.
Oysa ki uzmanlar ‘aşı’ ve ‘gen dizilimi’ üzerindeki çalışmaların geldiği noktada gelişen teknoloji ile birlikte aşının bulunma süresinin gayet makul olduğunu bilimsel olarak açıklıyor. 
Diğer yandan aşı karşıtlarıyla konuştuğumda bazıları uzun dönemde oluşabilecek bazı kalp hastalıkları ile ilgili risklerden söz ediyor.
Aşının uzun dönem etkileri bugünden bilinmiyor ama kısa vadede karşı karşıya olunan ‘hayati tehlike’ nasıl atlatılacak, önemli bir soru olarak ortada duruyor.
Gelinen noktada “Ben zaten kimseyle görüşmüyorum, kısıtlı alandayım, aşı olmama gerek yok” diyenlere pişman olmamalarını dilemekten başka elden bir şey gelmiyor.

Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, toplumsal bilinçlenmeye katkı sunmak için “Aşık Veysel’in neden görmediğini merak etmediniz mi hiç” sorusunu sorarak ‘çiçek hastalığı’ aşısının bulunmasının önemini hatırlattı.
Aşılama sayesinde yurdumuzda en son çocuk felci vakasının 1988 yılında görüldüğünü ve Türkiye’nin 2002’de “Çocuk felcinden arındırılmış ülke sertifikası” aldığını açıkladı.
Ayrıca aşılama ile önlenmeye çalışılan her hastalığın minumum yüzde 96 oranında azaldığını da ifade etti.

Bilimin ortaya koyduğu olumlu sonuçlar ortadayken Covid 19 aşılaması ile ilgili tablo ne yazık ki hiç iç açıcı değil.
Çok kısa bir süre sonra milyonlarca öğrenci okullarda olacak.
Aşısız öğretmen ve eğitim personeline haftada iki kez test zorunluğu getirilmesi pratikte nasıl işleyecek ve salgının yayılması engellenebilecek mi, bekleyip göreceğiz.