İnsanlık Tanrı fikrine, ilerlemek ve uygarlaşmak için ulaşmıştı. Şimdiki yaygın inanış gibi dinler cehaletin örgütlenmesi için ortaya çıkmadı. İlk başlarda ezilenlerin bayrağı olan fakat sonra devletleşen dinler, her ideolojinin başına geldiği gibi, ilerleyen süreçte safını belirleyerek baskı ve sömürünün koruyucu kalkanı haline dönüştü. Çok eski zamanlardan beri insan ahlakının temelini hep din oluşturdu. Özellikle tek Tanrılı dinlerin kutsal kitapları ahlaklı olmayı emrettiler. Öldürme, çalma, yalan söyleme, zina yapma gibi emirler Allah'tan gelen emir oldukları için insanlara buna uyma konusunda caydırıcılığa sahipti. Üstelik aynı kutsal kitaplarda, ceza ve ödül sistemi olarak öldükten sonra cennete ve cehenneme gitme adı altında kötülüklerin cezalandırılacağı, iyiliklerin ödüllendirileceği de bildiriliyordu. Ancak 16. ve 17. yüzyıllarla birlikte "aydınlanma hareketi" ve “bilimsel devrimler” ortaya çıktı. İnsanlar düşünmeye ve sorgulamaya başladılar. Ahlak ile ilgili temellendirme dinin dışına da taştı. Özellikle üst kesimdeki elit tabakalar için din ya da kutsal metinler eski önemini yitirdi. Düşünce dünyasındaki bu önemli gelişmelerin hepsi Avrupa toplumlarında gerçekleşti. Bizler, yani Ortadoğu’ya ait olanlar bu gelişmeyi ıskaladık. İslam’ın Ortaçağ’ı geç başladı ve halen sürmekte…
Günümüzde neredeyse ahlaklı olmak ile dindar olmak özdeş konuma getirilmişti. Ne var ki kökeninde sahtekarlığa dayalı Emevi asıllı Siyasal İslam ile gözü kara özelleştirmeye ve yolsuzluğa dayalı neoliberalizmin dayatılması toplumun ahlakını çökertti. Siyasal İslam’ı neoliberal kapitalizme entegre etme çabaları sonuç vermedi. Bu türden bir eklemlenme toplumsal gerçekliğin farklı alanlarında derin yozlaşmalar yarattı. Dolayısıyla günümüzde yaşanan bu bunalımlı süreç hem din hem de ahlakla ilgili güven duygusunun kaybolmasını doğurdu. Anlaşıldı ki bir insanın ahlaklı olabilmesinin koşulu dindar olmasından geçmiyor, hatta tam tersi de olabiliyor. Tarihte de ahlak dinle birlikte var olmuyor. Antik Yunanda ahlak üzerine, iyilik üzerine, adalet üzerine yüzlerce sayfa metin yazmış filozoflar var. Ne Musevilik, ne Hristiyanlık ne de Müslümanlık söz konusu bile değil o zamanlar o yerleşkelerde. Ahlak dinin tekilinde değildir. Hatta kuzey ülkelerine çıkıldıkça bir dine bağlanmanın azaldığı ancak ahlakın yükseldiği de bilinen bir gerçektir. Tabii ki ahlaki değerler sübjektiftir, kişiye ve topluma göre değişebilir. Değişmeyen ahlaki ilke ise insan olabilmenin değerleriyle yoğrulmuş birey ve toplum olabilmekten geçiyor…