Cihan Harbi bitmiştir... 
Haydar Paşa Tren Garı'na Arabistan taraflarından oflaya puflaya bir tren daha gelmiştir. 
İçindeki hasta, yaralı, sakat yüzlerce askerimizi boşaltmaktadır. 
Yaşlı bir "Asker Anası..." 
Ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüş önüne gelenin yolunu keser: 
-Mehmedimi gördün mü? 
Aldığı cevap "yürek yakıcı bir tebessüm"dür. 
Yüzbaşı Cemil de trenden iner, yorgun ve bitik...  
Koltuk değnekleriyle yürümeye çalışmaktadır. Ana, onun da önünü kesip yanık yüreğinin bütün içtenliğiyle sorar:  
-Mehmedimi gördün mü?  
Yüzbaşı zavallı ana'ya bakar... bakar. 
-Ben Mehmedini görmedim ANA...  
Fakat Mehmedin her şeyi gördü! 
 

Bir Şehit Anası: 
 Yavrusunun tabutuna sarılmış ağıt yakıyor: 
"Ah yavrum!   
Ah kara gözlüm, 
Aldım mektubunu bu gün  
Tabutunla beraber geldi! 
Ah ciğerparem, elimi öpüp giderken hani ant vermiştin bana,  
"-Söz Ana... Döneceğim; merak etme!' diye... 
Ah böyle mi dönecektin kara gözlüm! 
"Ben sana kınalar yakıp gönderdiydim a yavrum 
Sen ise kendi kanını göğsüne kına yaparak döndün..." 

Bir başka Şehit Anası: 
Mezarı başında bağrını dövüyor... 
"-Hani yarınları konuşurduk seninle geceler boyu Yavrum! 
Hayallerini, umutlarını... 
Dilekler tutardın kayan yıldızların ardından. 
Yoksa sen de mi yıldız oldun şimdi? 
A kara gözlüm!" 

Öteki bir Ana: 
İki subay hanımın kollarında, kendi yangınını unutmuş... 
"Ah baban yavrum... 
Baban, diye inliyor; Baban... 
 Bir kütük gibi devrildi mezarının başında 
Şimdi yoğun bakımda kara gözlüm. 
Tabutunu taşıyan zavallı yüreği  
Gidişini taşıyamadı yavrum 
Az bekle, sana yetişti yetişecek... 
Bundan sonra benimkisi de yaşamak değil. 
Yalnızca nefes almak a Yavrum... 
Tez zamanda sana kavuşacağım güne kadar!" 

Satı Ninem: 
İsmail Dedem Çanakkale'ye gitmiş, bir daha geri dönmemiş. 
Ninem, dört çocukla tek başına kalakalmış.  
Dedemin şehadet haberini duyan Ninem,  
-"Gel Ahmet'im gel...gel!" diye sarılmış henüz oniki yaşındaki babama. "Gayrı gözümün feri, evimin eri sensin." diyerek uzun uzun ağlamış. 
Dedemin acısı Ninemin yüreğinde yakıcı bir alev oldu yıllarca... Acılar, yokluklar, yoksunluklar O'nun hasretini söküp atamadı yüreğinden. 
Beş-altı yaşlarında var yoktum... 
Neredeyse her akşam koca kapının önüne çöküverirdi Ninem. Beni yakalar kucağına çeker, sımsıkı sarılırdı. Huysuzlanmama aldırmaz, ensemi, yanaklarımı, gözyaşlarıyla ıslata ıslata öper öperdi. Sonra da yüzünü saçlarıma gömer, 
-İsmayil'imin kokusu var sende a sarı guzum, derdi; dur, durda bi doya doya kokleyveren..! 
Yine de yürek yangınını söndüremez, gözyaşlarını ağıtlara dökerdi: 
                  ''Şafak sökmüş tan yerleri atıyor 
                   Tren istasyonda acı acı ötüyor 
                   İsmail'im vurulmuş yerde yatıyor 
                   Yüzü-gözü kızıl kana batıyor 
 
                    İsmailim seni vurdular m'ola 
                    Kefensiz mezara koydular m'ola 
                   
  
                   Bir günüm doğar da bir günüm batmaz 
                   Issız Haney*lerde bir gelin yatmaz 
                   İsmail'im yerini kimseler tutmaz 
 
                   Koç yiğidim seni vurdular m'ola 
                   Kefensiz gabire koydular m'ola  
 
''Savaşın zulmü bitincedir" diye boşa dememişler. 
Genç bir kadın, umarsız, yapayalnız...  
Kadınlığını yaşamaktan çoktan vazgeçmiş; evinin erkeği olmuş.   
Dört çocuk, tarla tapan, çift çubuk...Hayvan haşırat hepsi ona bakıyor. Gece gündüz, soğuk sıcak, yaz kış demeden yıllarca didinmiş çalışmış. 
Elleri semada, dilleri duada, ayrılığın karanlık dehlizlerinde seccadesi gözyaşlarıyla ıslandı hep. 
Kimselere muhtaç olmamak, kimselere muhtaç etmemek için...  
Hem de etmemiş. 
Çocuklarını en güzel şekilde yetiştirmiş,  evlendirmiş barklandırmış. 
Ve bir Kadir Gecesi, sessiz sitemsiz kayıp gitmiş dünyamızdan. 
 (Haney*: Dedem, köy şartlarında dillere destan bir HANEY yaptırmış. İçinde bir gün kalamadan da Çanakkale'ye gitmiş. 
Ninem ömrü boyunca bir gece dahi o haneyde yatmadı.  
Kalan ömrünü damevinin karanlık kuytusunda tamamladı.) 

Cemile Ablam: 
Ne acıdır ki Ablam da Satı Ninemin kaderini paylaştı.  
Onun yaşındayken kocası vefat etti. Köy hayatının, erkek gücü isteyen ağır şartlarında, leblebi gibi altı çocukla kalakaldı. 
Yetmezmiş gibi bir de ben... 
Annemi kaybettiğimizden beri, ben de şehirde yapayalnızdım. 
Annesiz bir evin soğuk yalnızlığında bunalıyor, bocalıyor, okumaya çalışıyordum.  
Köye, Ablama gitmek için hafta sonlarını iple çekerdim. 
Vardığımda sıkı sıkı sarılır, öper koklardı; tıpkı anam gibi... 
Anaç beceriyle, yemem için ne var ne yok önüme yığardı. Duygularla örülmüş bir yürekti; sözleri candı; çaresizliğe isyandı. Işıltılı bakışlı, dokunaklı ama hiçbirşeyi de cevapsız bırakmayan bir dili vardı. Beni hangi geleceğe yakıştırırdı bilmem. Ana tavrıyla ışıltılı gözlerle ve keyifle seyrederken uzun uzun konuşurduk. Çaresizlikler karşısında ezilmiş, yaralı ruhumu onarır, yeniden umutlanmamı ve özgüven kazanmamı sağlar, hayâllerimi geleceğin ufuklarına kanatlandırırdı. Hep: 
-Okuyacaksın, okumalısın, büyük adam olmalısın kardeşim, derdi. Anamın umutlarını boşa çıkarmamalısın. Okuman için şu yazmamı, şu hırkamı bile satmaya razıyım. Hadi kardeşim seni göreyim..!  
Aradan uzun yıllar geçti...  
Hoş bir tevafuk... Eskişehir Valiliğine, "Anamın Şehri"ne atandım. 
Biliyordum...Dünyada Ablamdan daha mutlu kimse olamazdı.  
Getirmek için her gittiğimde, 
-Ben gelirim kardeşim, hele sen görevine dön, diye savuşturdu. Son gittiğimde, 
-Bak Abla dedim, hep atlatıyorsun, gelir zorla götürürüm. Haber et de gelip alayım. 
Nihayet Ablam geldi. Ama nasıl? 
Afyondan otöbüse binip Eskişehir Otogarı'nda iner. Bir taksi bulur. Taksici, 
-Nereye teyze? Diye sorar. 
-Beni valinin evine götür yavrım. 
Taksici şaşırır. Kılığı kıyafeti fukara bir köylü kadını, bir anlam veremez. 
-Ne yapacaksın sen valinin evinde teyze? 
-Nene gerek yavrım, sen beni valinin evine götür! 
O sıralar PKK valilere suikast yapacak diye ihbarlar vardı. Ondan mıdır, yoksa taksicinin aşırı pimpirikliğinden mi bilmem taksiyi bir karakolun önüne çeker. Durumu polislere anlatır. 
Polisler Ablamı karakola alırlar. Ablam manzaraya bakar bakar bir şey anlamaz. 
-Yavrım bura valinin evi mi? 
Polisler, 
-Bi dakka teyze, bir görüşme yapıp seni valinin evine göndereceğiz. 
Güvenlikten karakol amirinin aradığını söylediler. 
-Bağlayın, dedim. 
-Sayın valim burada bir kadıncağız var. Ablanız olduğunu söylüyor. Biz bir şey anlamadık. Ne emredersiniz? 
-Adını neymiş, sordunuz mu? 
-Kimliğinde Cemile yazıyor. 
Telefonu kapattığımla fırlayıp gittiğim bir oldu. Sıkı sıkı sarıldık, biraz da ağladık. 
Eve getirirken: 
-Abla, dedim, en sonunda seni karakollara da düşürdüm ya...Yuh olsun bana! 
Gözlerinde sevinç yaşları, yüzüme uzun uzun baktı. Uzanıp yanağımdan öptü. 
Senin suçun yok. Bu biraz da benim kabahatim, geldiğimi söylemem lazımdı.  
Gözyaşlarını başörtüsüne silerken, 
-Ben kardeşimin yüreğini bilirim!